I AM HERETO SHARE...

ÖNEMLİ OLAN NASIL GÖSTERDİĞİMİZDİR
NEYİ GÖSTERDİĞİMİZ DEĞİL....

16 Nisan 2011 Cumartesi

SADAKAT

   Naif, sade, dolu bir dostluk hikayesi  'Bizim Büyük Çaresizliğimiz'.... 15 Nisanda vizyona girdi. Hoş bir Türk filmi... Bir Ankara filmi.... Aşk çıkmazında sıkışmış iki dostun haikayesi. Ama onların dostluğu öyle bildiğiniz uzun süre görüşmeyince, arayıp sorulmayınca biten sözde dostluklardan değil. Onlar şimdi harbi dost diye tabir ettiğimiz dostlardan... Onlarınki mahalle veyahut okul arkadaşlığı ya da birlikteliği değil... Onlarınki sadakat dolu sağlam bir evlilik aslında.... Evet evlilik diyorum bu iki erkeğin arasında olanı tanımlamak için, onların arasındaki sağlam ilişkiyi en iyi tanımlayan kelime bu çünkü....Birbirlerinin her türlü zaaflarını ve yumuşak noktalarını çok iyi bilen ve bunlarla yaşamaya alışmış iki iyi dost....Aynı evdeler, hep birbirlerinin yanındalar; öyle ki beraber balık yapıyorlar, bulaşık makinesi boşaltıyorlar, sofra kuruyorlar, çay yapıp içiyorlar film seyrederken, kavga ediyorlar ama küsmüyorlar.... Bütün bu sahneler bana kendi evliliğimi hatırlattı ve işte bu yüzden onların ilişkisine sadık bir evlilik ismini koydum.... Onlarla yaşamak zorunda olan bir genç kızın varlığıyla aniden değişen hayat düzenleri bile sarsamadı onların dostluklarına olan sadakatlerini.... Birbirlerine duygularını itiraf ettiklerindeki tepkileri kimilerine göre tepkisizlikleri de oldukça dokunaklı ve şiirseldi... Olabiliyormuş demek ki dedirten cinsten adama....

   Bir edebiyat uyarlaması olan 'Bizim Büyük Çaresizliğimiz' benim kitabın yazarı, filmin yönetmeni ve oyuncularıyla birlikte Ankara galasında seyrettiğim bir film olması sebebiyle benim manevi dünyamda farklı olan yerini hep koruyacaktır. Yalnız bu naif ve ağır bir Cemal Safi şiiri tadındaki filmin neden müzikle taçlandırılmadığını düşündüm durdum izlerken. Bir de kişiliklerin karmaşık duygu ve düşüncelrini daha fazla monolog ya da diyalogla gözler önüne serilmesini dilerdim özellikle bir edebiyat eseri olduğunu düşünürsek.... Bunlar benim naçizane film hakkında olsaydı daha iyi olurdu diye düşündüğüm durumlardır. Bunun yanında üç oyuncunun da oyunculuklarının çok iyi yönetildiğini ve içinde büyüttükleri duyguları anlaşılır ve aşırıya kaçmadan iyi ifade ettiklerini düşünüyorum....

   İnsanın yaşadığı şehri filmde seyretmesi ve 'Aaaa, burası şurası değil mi? hissiyatı ile her yeri hatırlamaya çalışması da ayrı bir zormuş film seyrederken. Tabi o ilginç ve ciddi uzun yürüyüş rotasına değinmeden edemeyeceğim... Neyse o kadar kusur kadı kızında da olur deyip geçelim olsun bitsin...  Karakterlerin uzağından hatta üzerinden yapılan ve alıcıya sen dışardan seyredensin diyerek kadraj dışına atan çekimler başarılıydı ve bize her daim dışardan izleyenin sahip olduğu kadar eleştirme hakkına sahip olduğumuzu hatılattı. Biz ancak Ender ve Çetin'in izin verdiği ölçüde onları tanıyabilecektik.... Onlar ne kadar neyi öğrenmemizi isterse o kadarını öğrenebildik. Ben filmden çıkınca bana Truffaut'un 'Jules and Jim' ini anımsattığını söyledim; tabi ki hikaye ve karakter örgüsü degil ama o iki adamı hatırlattı ucundan bana. Bu da bence Seyfi Teoman'ın başarısıdır kanımca.... Gidin, bu dostluk filmini izleyin.... Bakalım siz kendinize ne tür çaresizlikler çıkaracaksınız bu dostluktan...

HADİ İYİ SEYİRLER....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder